“İstanbul’da biraz daha kalsaydım cinayet çıkacaktı. Selçuk’ta ne kadar hasta olduğumun farkına vardım."

Güncel 08.04.2015 - 16:39, Güncelleme: 01.01.1970 - 02:00 9980+ kez okundu.
 

“İstanbul’da biraz daha kalsaydım cinayet çıkacaktı. Selçuk’ta ne kadar hasta olduğumun farkına vardım."

Haykodan Samimi Açıklmalar
  Ece Temelkuran'ın  meyhanedeyiz.biz sitesinde bu haftaki konuğu Selçukluların yakından tanıdığı Hayko Cepkin oldu. Hayko Cepkin sunar: Mükemmel Düşme Dersleri Diyelim ki semt meyhanesine gittin, adı Olta Balık olsun. Hep tanıdığın abiler, ablalar var, ahbaplar. İnsanlar da bardaklar ve tabaklar gibi; temiz ve gösterişsiz. Tabaklar ve bardaklar insanlara benziyor; zamanın çizikleriyle dolu. Bir mutabakat var, yıllar içinde oluşmuş ılık bir ahbaplık. Kendi halinde bir maişet motoru meyhane, zaman tıkır tıkır akıyor. Rakı nasıl içilecek biliyor herkes, sohbetin üslubundan haberdar masalar. Bir abi ötekine takılıyor otuz beş yıldır yaptığı gibi, öteki abi otuz beş yıldır yaptığı gibi cevap veriyor; ezberlenmiş çocukluk masalları kadar emniyetli her şey. Kimse ‘mezeye abanmıyor’, eğitimli bir topluluk diyelim. Akar kokar yok, indirip kaldırmıyor kimse kimseyi, barış havası. Bütün abiler Nubar Terziyan’ın, Cevat Kurtuluş’un, Ahmet Kostarika’nın türevleri. Belki arada bir Münir Özkul, bir Erol Taş düşüyor. Neriman Köksal muhakkak var bir masada, Suzan Avcı kahkahasını çatlatıyor nar gibi. Hiç esas adam yok, esas kadın yok, ama herkes esaslı. Kimse olduğundan başka bir şey olma ihtirasında değil. Öyle bir ortam. Bir masaya oturdun sen de. Sigaranı çıkardın. Gayrıihtiyarî gözünü kapadın bardak dolarken. Karşına bir adam oturdu, dostun. Konuşmaya başladı. Yeni yetmelerle toplantıdan gelmiş, canı sıkkın: “Baktım herifler beni altı okka edecekler, dedim ki ‘Bak arkadaş...’ ”     Konuşuyor adam, Türk filmlerinin eski mahalle abileri gibi konuşuyor. Eski sözcükler kullanıyor, anneannenin sandığında, dedenin yelek cebinde kalmış, solmuş sözcükler bunlar. O sözcükleri duydukça etrafınızdaki zaman değişiyor, bir başka oluyor hava. Sanki birazdan kalkıp yaz sinemalarında alacaksınız soluğu. Nihayet, kadeh tokuşturulacağı zaman açınca gözlerini... Hayko Cepkin! Saçının yarısı yok, kollarında dövmeler, bir zamane sureti. Bu filmle hiç ilgisi yok. Hayko Cepkin öyle biri; gözünü kapatıp dinleyince çok eskiden verilmiş bir şeref sözünün peşinden giden bir mahalleli abi, gözünü açınca en renklisinden şimdiki zaman kumpanyası...   “Doğa kavga ediyor, biz niye etmeyelim!” “Duymazdan gelmekle işimiz olmaz. Mahalle kafasıyız biz. Saçlı-saçsız, ömrüm laf duymakla, lafın kavgasıyla geçmiş.” Hep mi kavga? “Çok güzel değil mi! Neşeli işte. Yav doğa kavga ediyor, biz niye etmeyelim!” Ha ha ha! O anlatınca kavga, arkasında ‘Neşeli Günler’ müziklerinin çaldığı bir sahne oluyor. Ne Ermeni ismiyle ilgili bir alçaklık, ne görüntüsüyle ilgili mide bulandırıcı bir tutuculuk, ne de ikiyüzlü ahlak anlayışı derya kuzularının halt yemesi oluyor. Kavga, Hayko’nun olunca sanki kimsenin burnu kanamıyor. Her şey eski mahalle usullerine göre halloluyor sanki sonunda. Öyle bir şefkatli abi anlatışı var yani: “Tabii canım, mesela mekan seyircinin hakkını yiyorsa araya girerim. Mahalle kültüründen geliyoruz sonuçta.” Peki bu ahlakla bu hayat, bu zaman? Nasıl oluyor? Olabiliyor mu? “Değişti tabii her şey. Şimdi adamın cüzdanı kaybolmuş, bulan geri getirmiş vermiş. Efendim ne şahane!  Alkışlayalım! Neyin neşesini yaşıyorsun!! Normal bu zaten.”   Bu kadar zamane görünmesine rağmen şikayetçi şimdiki zamandan. Laf oraya terden geliyor. Ben ter ile ilgili bir soru soruyorum, mevzu öyle açılıyor. Hayko Cepkin’in konser duyurularında, ötede beride hep bir “Yedek tişört getirin” uyarısı var, terleyeceksiniz uyarısı, müjdesi ya da. Ter niye merkezinde duruyor her şeyin? “Neleri kaybettiğimizin farkında olmayanlar var. İnternet konseri veriyorlar. Ama konser, müzik, bunlar hep sosyalleşme işi. Terleyeceksin, üşüyeceksin. Kavga edeceksin, tanışacaksın. Terlediğin için otobüs beklerken üşüyeceksin. Bu bir süreç.” Yani? “Diğer gruplar ihaleye sadık değil. Artık sadece konser var.  Albüm yok, eskisi gibi ‘Adam yeni klibinde ne yaptı?’ diye bekleyen yok. Konserden de vazgeçersek...”     Hayko abi halleder “Ah eski zamanlar!” değilse de “Ah!” diyen birinin böyle görünmesini beklemiyor insan. Bu kadar genç. Gençlere, en gençlere müzik yapıyor oysa. Ama: “Bizim nesil analog başladı. Eskiden kumanda yoktu mesela, kumanda bizdik çocuklar olarak. Moğollarla yaptığım bir bant kaydım bile var. İki albümüm kasettir benim mesela. Dijitalle tanışan kuşak biziz. Bizden sonraki kuşak hep aplikasyon!” Applikasyon-maplikasyon, Hayko Cepkin o kuşağa müzik yapıyor işte. Belki bu yüzden de ‘fan’larıyla, hep bir mahalle abisi ilişkisi var. “Hayko abi halleder” tarzı bir güven veriyor insana. Ya da “Halledemezsek de dayağı birlikte yeriz” duygusu. Yani zaman ne kadar geçse de, nesil ne kadar değişse de, bu ılık ahbaplık ve güvenlik duygusu, yani yukarıda bahsi geçen meyhanenin sunduğu dostluk hâlâ en temel ihtiyacı insanın. Adı panpa da olsa, kanka da olsa bu toprakta herkes üzüldüğünde hâlâ Sadri Alışık galiba. “Ah ulan İstanbul!” sonuçta.   Meyhane klasiğidir “Laf oraya nasıl geldi hiç hatırlamıyorum ama...” diye başlanır anlatmaya. Ben de hatırlamıyorum laf oraya nasıl geldi ya da nasıl getirdim, ama düşmek üzerine konuşmaya başladık Hayko Cepkin ile. Ne bileyim belki Selçuk’a taşındığından söz etti, belki yaşlanmak korkusundan söz ediyorduk, belki sıkletten düşmek, zamandan düşmek, ne ise ne, böyle şeyler konuşuyorduk belki de. O yüzden sordum: “Bu paraşüt işi... Düşmeyi öğrenmek için mi yapıyorsun onu? Bir gün düşersen zamanın altında kalmamak için mi?”   Düşmenin matematiği Hayko Cepkin paraşütle atlıyor. Hayatının ikinci merkezi haline gelmiş bir mesele bu. Anlatırken düşüyor, uçuyor zaten. Tuhaf bir heyecan. Zaten Selçuk’a taşınmasının nedenlerinden biri de bu. Paraşüte, düşme bilgisine yakın olduğu bir yer orası. 2010’da yapmış ilk atlayışını. Öncesi Viyana’da o ‘makina’. İnsanı yukarı fırlatıp sonra aşağı kontrollü düşüren ‘şey’: “Çok sıkıntılıydım binerken, bütün dertlerimi unuttum indiğimde.” Ayrıntılı anlatıyor, metreleri, hızı, kiloyu, aradaki matematik hesabını. Düşmenin matematiğini anlatıyor. Çünkü: “Nasıl düşeceğini iyi bilirsen çıkışını hesaplayabilirsin!” Peki düşmeyi nereden biliyor? İnsan bilmediği şeyi merak etmez aslında... “Bir sürü örnek var. Beraber çaldığım adamın milyon satarken, salon salomanje turneler yaparken birden Peugeot minibüsle, tırtır olarak turne yapmaya başladığını görürsün. Hatırlarım bir keresinde gitariste leblebi aramıştık. Yere indiğim nokta orası oldu. İlk kafamın bastığı yer orasıdır. Babamdan da bilirim çöküp ayağa kalkmayı.” Bir kere daha anlatıyor, herkesin öldü, bacağını kırdı sandığı paraşütle atlayışının ayrıntılarını. Ellerini böyle böyle yaparak, uçarak, düşerek, dalarak, koşarak, kaçarak. Sonunda da: “Amma velakinum ölmedik!”   “Böyle yaşarsam yakarım burayı!” Selçuk’ta ‘kontrollü düşüyor’ şimdi. Meryem Ana’nın arka tarafında bir yer almışlar, orada bir komün kurmak gibi bir niyeti var. Kıyametten önce beraberinde kurtarmak istediği insanlar için, öyle bir şey. Çünkü: “İstanbul’da biraz daha kalsaydım cinayet çıkacaktı. Selçuk’ta ne kadar hasta olduğumun farkına vardım. Sürekli bir ‘Haydi’. Rakı içiyoruz mesela; ‘Haydi gidelim’, ‘Bittiyse gidelim’. Baktım Kuşadası’nda da atara atar, gidere gider. Baktım ki burada böyle yaşarsam yakarım burayı. Çünkü İstanbul’u taşımışım oraya. Şimdi daha iyi ama.” Çünkü? “Çünkü orada kendi Beyoğlu’mu yarattım.” Artık zaten ‘tam kıvamına’ geldi. Kıvam nasıl? “Yeniden melodiyi yakalıyorum. Evvelden akor kovalıyordum. Şimdi sol elim havada, melodi beni alıp götürüyor. Eskisi gibi...” Bu iyi bir düşüş planına benziyor, ha? Peki yaşlanınca? Yani yere indiğinde, paraşütün altında kalmamak için... Nasıl biri olacak acaba gençliği böyle olan biri? Gençliği kimselere benzemeyenler herkes gibi mi yaşlanır acaba? Gülüyor Hayko Cepkin: “Herhalde elimde gitarla verandada oturup tıngırdatırken bağıracağım ‘Kime geldin?!’ Ya da ‘Basmayın çimene!’ Böyle yani. Mall of İstanbul!” Gomidas’ın torunlarından biri o. Nasıl görünürse görünsün. Nasıl bağırırsa bağırsın, konserlerde içinden geçen zarif, eski bir melodi aslında. Kendini çok değişken diye tarif ediyor, “Bir gün Pearl Harbor, bir gün Gladyatör”. Ama öyle değil. Düşmeyi hesap eden biri o, bu yüzden hiç yere çakılmayacak olan... Kaynak:http://meyhanedeyiz.biz/blog/goster/ece-temelkuran/hayko-cepkin-sunar-mukemmel-dusme-dersleri/396
Haykodan Samimi Açıklmalar
 
Ece Temelkuran'ın  meyhanedeyiz.biz sitesinde bu haftaki konuğu Selçukluların yakından tanıdığı Hayko Cepkin oldu.

Hayko Cepkin sunar: Mükemmel Düşme Dersleri

Diyelim ki semt meyhanesine gittin, adı Olta Balık olsun. Hep tanıdığın abiler, ablalar var, ahbaplar. İnsanlar da bardaklar ve tabaklar gibi; temiz ve gösterişsiz. Tabaklar ve bardaklar insanlara benziyor; zamanın çizikleriyle dolu. Bir mutabakat var, yıllar içinde oluşmuş ılık bir ahbaplık. Kendi halinde bir maişet motoru meyhane, zaman tıkır tıkır akıyor. Rakı nasıl içilecek biliyor herkes, sohbetin üslubundan haberdar masalar. Bir abi ötekine takılıyor otuz beş yıldır yaptığı gibi, öteki abi otuz beş yıldır yaptığı gibi cevap veriyor; ezberlenmiş çocukluk masalları kadar emniyetli her şey. Kimse ‘mezeye abanmıyor’, eğitimli bir topluluk diyelim. Akar kokar yok, indirip kaldırmıyor kimse kimseyi, barış havası. Bütün abiler Nubar Terziyan’ın, Cevat Kurtuluş’un, Ahmet Kostarika’nın türevleri. Belki arada bir Münir Özkul, bir Erol Taş düşüyor. Neriman Köksal muhakkak var bir masada, Suzan Avcı kahkahasını çatlatıyor nar gibi. Hiç esas adam yok, esas kadın yok, ama herkes esaslı. Kimse olduğundan başka bir şey olma ihtirasında değil. Öyle bir ortam. Bir masaya oturdun sen de. Sigaranı çıkardın. Gayrıihtiyarî gözünü kapadın bardak dolarken. Karşına bir adam oturdu, dostun. Konuşmaya başladı. Yeni yetmelerle toplantıdan gelmiş, canı sıkkın: “Baktım herifler beni altı okka edecekler, dedim ki ‘Bak arkadaş...’ ”
 
 
Konuşuyor adam, Türk filmlerinin eski mahalle abileri gibi konuşuyor. Eski sözcükler kullanıyor, anneannenin sandığında, dedenin yelek cebinde kalmış, solmuş sözcükler bunlar. O sözcükleri duydukça etrafınızdaki zaman değişiyor, bir başka oluyor hava. Sanki birazdan kalkıp yaz sinemalarında alacaksınız soluğu. Nihayet, kadeh tokuşturulacağı zaman açınca gözlerini... Hayko Cepkin! Saçının yarısı yok, kollarında dövmeler, bir zamane sureti. Bu filmle hiç ilgisi yok. Hayko Cepkin öyle biri; gözünü kapatıp dinleyince çok eskiden verilmiş bir şeref sözünün peşinden giden bir mahalleli abi, gözünü açınca en renklisinden şimdiki zaman kumpanyası...
 
“Doğa kavga ediyor, biz niye etmeyelim!”
“Duymazdan gelmekle işimiz olmaz. Mahalle kafasıyız biz. Saçlı-saçsız, ömrüm laf duymakla, lafın kavgasıyla geçmiş.”
Hep mi kavga?
“Çok güzel değil mi! Neşeli işte. Yav doğa kavga ediyor, biz niye etmeyelim!”
Ha ha ha!
O anlatınca kavga, arkasında ‘Neşeli Günler’ müziklerinin çaldığı bir sahne oluyor. Ne Ermeni ismiyle ilgili bir alçaklık, ne görüntüsüyle ilgili mide bulandırıcı bir tutuculuk, ne de ikiyüzlü ahlak anlayışı derya kuzularının halt yemesi oluyor. Kavga, Hayko’nun olunca sanki kimsenin burnu kanamıyor. Her şey eski mahalle usullerine göre halloluyor sanki sonunda. Öyle bir şefkatli abi anlatışı var yani:
“Tabii canım, mesela mekan seyircinin hakkını yiyorsa araya girerim. Mahalle kültüründen geliyoruz sonuçta.”
Peki bu ahlakla bu hayat, bu zaman? Nasıl oluyor? Olabiliyor mu?
“Değişti tabii her şey. Şimdi adamın cüzdanı kaybolmuş, bulan geri getirmiş vermiş. Efendim ne şahane!  Alkışlayalım! Neyin neşesini yaşıyorsun!! Normal bu zaten.”
 
Bu kadar zamane görünmesine rağmen şikayetçi şimdiki zamandan. Laf oraya terden geliyor. Ben ter ile ilgili bir soru soruyorum, mevzu öyle açılıyor. Hayko Cepkin’in konser duyurularında, ötede beride hep bir “Yedek tişört getirin” uyarısı var, terleyeceksiniz uyarısı, müjdesi ya da. Ter niye merkezinde duruyor her şeyin?
“Neleri kaybettiğimizin farkında olmayanlar var. İnternet konseri veriyorlar. Ama konser, müzik, bunlar hep sosyalleşme işi. Terleyeceksin, üşüyeceksin. Kavga edeceksin, tanışacaksın. Terlediğin için otobüs beklerken üşüyeceksin. Bu bir süreç.”
Yani?
“Diğer gruplar ihaleye sadık değil. Artık sadece konser var.  Albüm yok, eskisi gibi ‘Adam yeni klibinde ne yaptı?’ diye bekleyen yok. Konserden de vazgeçersek...”
 
 
Hayko abi halleder
“Ah eski zamanlar!” değilse de “Ah!” diyen birinin böyle görünmesini beklemiyor insan. Bu kadar genç. Gençlere, en gençlere müzik yapıyor oysa. Ama:
“Bizim nesil analog başladı. Eskiden kumanda yoktu mesela, kumanda bizdik çocuklar olarak. Moğollarla yaptığım bir bant kaydım bile var. İki albümüm kasettir benim mesela. Dijitalle tanışan kuşak biziz. Bizden sonraki kuşak hep aplikasyon!”
Applikasyon-maplikasyon, Hayko Cepkin o kuşağa müzik yapıyor işte. Belki bu yüzden de ‘fan’larıyla, hep bir mahalle abisi ilişkisi var. “Hayko abi halleder” tarzı bir güven veriyor insana. Ya da “Halledemezsek de dayağı birlikte yeriz” duygusu. Yani zaman ne kadar geçse de, nesil ne kadar değişse de, bu ılık ahbaplık ve güvenlik duygusu, yani yukarıda bahsi geçen meyhanenin sunduğu dostluk hâlâ en temel ihtiyacı insanın. Adı panpa da olsa, kanka da olsa bu toprakta herkes üzüldüğünde hâlâ Sadri Alışık galiba. “Ah ulan İstanbul!” sonuçta.
 
Meyhane klasiğidir “Laf oraya nasıl geldi hiç hatırlamıyorum ama...” diye başlanır anlatmaya. Ben de hatırlamıyorum laf oraya nasıl geldi ya da nasıl getirdim, ama düşmek üzerine konuşmaya başladık Hayko Cepkin ile. Ne bileyim belki Selçuk’a taşındığından söz etti, belki yaşlanmak korkusundan söz ediyorduk, belki sıkletten düşmek, zamandan düşmek, ne ise ne, böyle şeyler konuşuyorduk belki de. O yüzden sordum:
“Bu paraşüt işi... Düşmeyi öğrenmek için mi yapıyorsun onu? Bir gün düşersen zamanın altında kalmamak için mi?”
 
Düşmenin matematiği
Hayko Cepkin paraşütle atlıyor. Hayatının ikinci merkezi haline gelmiş bir mesele bu. Anlatırken düşüyor, uçuyor zaten. Tuhaf bir heyecan. Zaten Selçuk’a taşınmasının nedenlerinden biri de bu. Paraşüte, düşme bilgisine yakın olduğu bir yer orası. 2010’da yapmış ilk atlayışını. Öncesi Viyana’da o ‘makina’. İnsanı yukarı fırlatıp sonra aşağı kontrollü düşüren ‘şey’:
“Çok sıkıntılıydım binerken, bütün dertlerimi unuttum indiğimde.”
Ayrıntılı anlatıyor, metreleri, hızı, kiloyu, aradaki matematik hesabını. Düşmenin matematiğini anlatıyor. Çünkü:
“Nasıl düşeceğini iyi bilirsen çıkışını hesaplayabilirsin!”
Peki düşmeyi nereden biliyor? İnsan bilmediği şeyi merak etmez aslında...
“Bir sürü örnek var. Beraber çaldığım adamın milyon satarken, salon salomanje turneler yaparken birden Peugeot minibüsle, tırtır olarak turne yapmaya başladığını görürsün. Hatırlarım bir keresinde gitariste leblebi aramıştık. Yere indiğim nokta orası oldu. İlk kafamın bastığı yer orasıdır. Babamdan da bilirim çöküp ayağa kalkmayı.”
Bir kere daha anlatıyor, herkesin öldü, bacağını kırdı sandığı paraşütle atlayışının ayrıntılarını. Ellerini böyle böyle yaparak, uçarak, düşerek, dalarak, koşarak, kaçarak. Sonunda da:
“Amma velakinum ölmedik!”
 
“Böyle yaşarsam yakarım burayı!”
Selçuk’ta ‘kontrollü düşüyor’ şimdi. Meryem Ana’nın arka tarafında bir yer almışlar, orada bir komün kurmak gibi bir niyeti var. Kıyametten önce beraberinde kurtarmak istediği insanlar için, öyle bir şey. Çünkü:
“İstanbul’da biraz daha kalsaydım cinayet çıkacaktı. Selçuk’ta ne kadar hasta olduğumun farkına vardım. Sürekli bir ‘Haydi’. Rakı içiyoruz mesela; ‘Haydi gidelim’, ‘Bittiyse gidelim’. Baktım Kuşadası’nda da atara atar, gidere gider. Baktım ki burada böyle yaşarsam yakarım burayı. Çünkü İstanbul’u taşımışım oraya. Şimdi daha iyi ama.”
Çünkü?
“Çünkü orada kendi Beyoğlu’mu yarattım.”
Artık zaten ‘tam kıvamına’ geldi. Kıvam nasıl?
“Yeniden melodiyi yakalıyorum. Evvelden akor kovalıyordum. Şimdi sol elim havada, melodi beni alıp götürüyor. Eskisi gibi...”
Bu iyi bir düşüş planına benziyor, ha? Peki yaşlanınca? Yani yere indiğinde, paraşütün altında kalmamak için... Nasıl biri olacak acaba gençliği böyle olan biri?
Gençliği kimselere benzemeyenler herkes gibi mi yaşlanır acaba? Gülüyor Hayko Cepkin:
“Herhalde elimde gitarla verandada oturup tıngırdatırken bağıracağım ‘Kime geldin?!’ Ya da ‘Basmayın çimene!’ Böyle yani. Mall of İstanbul!”
Gomidas’ın torunlarından biri o. Nasıl görünürse görünsün. Nasıl bağırırsa bağırsın, konserlerde içinden geçen zarif, eski bir melodi aslında. Kendini çok değişken diye tarif ediyor, “Bir gün Pearl Harbor, bir gün Gladyatör”. Ama öyle değil. Düşmeyi hesap eden biri o, bu yüzden hiç yere çakılmayacak olan...

Kaynak:http://meyhanedeyiz.biz/blog/goster/ece-temelkuran/hayko-cepkin-sunar-mukemmel-dusme-dersleri/396
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve artemishaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.