Başlıktaki ifade, içinde zerre kadar dahi olsa vicdan, merhamet ve insana hatta tüm canlılara dair imtina edebilen düzeyde sevgi taşıyanları ilgilendiriyor. Saydığım bu ifadeleri ise Dostoyevski’nin “ Acı ve ıstırap daima büyük bir zekâ ve derin bir yürek taşıyanlar için kaçınılmazdır.” Cümlesiyle özetleyebiliriz.
Şu ana kadar görmemiş, okumamış olanlar için aşağıdaki satırların Dostoyevski’nin cümlesindeki gibi acı ve ıstırap verici olacağından eminim sevgili okuyucular. Buna rağmen (belki de gözyaşlarınıza hâkim olmaya çalışarak) her satır ve her kelimesine kadar okumanızı şiddetle öneriyorum. Zira okuyacaklarınız, bu ülkede uzun yıllardan bu yana üst seviyede uyarma ihtiyacı duyduğumuz üzere, tarikat yurtlarının birçoğunda ahlaktan, merhamet ve insaniyetten uzak eylemlerin vuku bulduğunu göstermesi açısından çok değerlidir diye düşünüyorum.
İşte aşağıda sizlerin okurken insan olarak utanç duyacağınız, ancak 7 yıl boyunca tarikat yurtlarında kalmış bir gence yaşattıklarından zerre kadar utanmadıkları gibi, halen bir yerlerde görevlerine devam ettiği gerçeğini de bulacağınız ve bunu Türkiye’ye ilk kez “Okumamış olmayı, okuduklarımın yaşanmamış olmasını diledim” başlığıyla Fatih Altaylı’ nın duyurduğu o kan dondurucu mektubun bazı kesitlerini bulacağınız satırları okumanızı bir kez daha önemle rica ediyorum sevgili okuyucular.
“… Ailem 6 yaşındayken beni İslami eğitimleri almam ve İslami görüşe sahip bir hayat sürmem için anaokulu gibi eğitim veren bir kursa göndermeye başladı. Sabah servisle evden alınıp İstanbul Kirazlı tepede bulunan İ.A. cemaatine bağlı bir kursa gönderiyor akşam aynı servisle eve bırakılıyordum. 2000 ila 2002 yılları arasını kapsayan bu süreçte gittiğimiz yer dışardan bakıldığında normal bir daire gibi gözüken dini eğitimlerin verildiği kuran siyer ve diğer İslami eğitimleri aldığım bir yerdi. Fakat zaman zaman polis baskını olacağını öğrenen hocalar aldıkları bu haber doğrultusunda bizleri saklıyor veya bulunduğumuz yerden kaçırıyor ormanlık tenha yerlere götürüyorlardı. …
… ben hayatımda ilk dayak yemeyi, şiddete maruz kalmayı ve herkesin içinde aşağılanmayı, dövülürken kimsenin sana yardım etmek için harekete geçmeyeceğini burada, o küçücük yaşımda öğrendim.
Sudan sebepler yüzünden daha sabah ezanı okunmadan tecüt namazı kılınması için gecenin 3’ünde dövülerek uykudan uyandırılan 5 dakika içerisinde yatağını toplayıp giyinip yatakhaneden çıkmak zorunda olan ve çıkamazsa bazen hortumla dövüle dövüle odadan çıkartılan çocuklardık. Öğrencileri döverken hocaların kullandığı sopalar zaman zaman kırılıyor ve yerlerine her zaman daha kalın, daha dayanıklı ve daha acı verici sopayı bulmak için arayış içerisine giriyorlar istedikleri sopayı bulduklarında ortada hiçbir gerekçe yokken yeni sopayı denemek için sıra dayağına çekiliyorduk. 7-8 yaşlarındaydım ve falakaya yatırılarak dayak yemekten ayağımın üzerine basamıyordum. Falakada daha az acısın diye kat kat çorap giyiyorduk.
Bu kursta okurken sayısız kez kontörlü telefonlardan 155’i arayarak kaçak kuran kursu olduğunu ve sürekli olarak dayak yediğimizi ihbar ettim ama 1 sefer bile polis gelmedi. Polisin gelmediği kurslara iktidar partisinden belediyeye bağlı aşevlerinden günlük yemekler gelmeye başlamıştı.
14 yaşımda ailemi karşıma alarak tarikat yapılarından kurtuldum. Bizzat kendim kuran kursundayken ..... …….. girdiğim kişilerin bazıları şu anda aktif olarak diyanetin resmi kadrosunda imamlık yapıyor, bazıları ise şu an İ.A. cemaatine bağlı kurslarda hocalık yapıyorlar.”
Mektubun tam metni oldukça uzun değerli okuyucular, ancak ben burada tüm detaylarının yer aldığı tam metni okumayı yüreğinizin kaldıramayacağı düşüncesiyle, başta da söylediğim gibi bazı kesitlerini paylaşabildim. Mektubun tamamını okumak isteyenler Fatih Altaylı’nın “Okumamış olmayı, okuduklarımın yaşanmamış olmasını diledim” başlığıyla yayınladığı köşesinde bulabilirler.
Daha uzun yıllar öncesinden, Fethullah’ ından başlayıp, feslisinden cübbelisine kadar daha nicesiyle ilgili olarak tarikat cemaat oluşumları içerisinde yaşananlar üzerine defalarca uyarılarda bulunulmasına rağmen, hâlâ ve özellikle daha çocuk yaşlarında toplumun ciddi bir kesiminin her yönden istismar ediliyor olması, ne yazıktır ki geçmiş tecrübelerden inatla ders alınmadığını gösteriyor değerli okuyucular.
Bütün bunların üzerine; Milli Eğitiminin başında duran zâtın cemaatler ile işbirliğinden bahsediyor olması, hem saydığımız o dinbaz takımının nereden cesaret aldıklarının, hem de yaşadıklarımız itibariyle bizim ne denli talihsiz bir nesil olduğumuzun göstergesidir diye düşünüyorum.
Ne diyelim!
Umarız ki kendi ömründen kaybettiği yılları kazanmakta geç kalanlar, çocuklarının geleceğini kurtarmak için bu dinbaz takımının aynı fütursuzluğu göstermeye cesaret edemeyecekleri, çağdaş ve aydınlık bir geleceği kurmak üzere, önlerine gelecek ilk sandıkta aklıselim sahibi olmayı başarabilirler.