Önceki de böyle yapardı…
Büyük bir coşkuyla alkışa tuttuğumuz muhteşem söylem ve eylemlerinin ardından zart diye çıkıp öyle bir yanlış yapıyordu ki, bu yanlış gerideki elli tane doğrusunu silip süpürüyordu.
2009’dan 2013’e kadar uzanan süreçte fethullah kumpaslarıyla hapse atılmış CHP’nin üç milletvekili için gösterdiği “meclise gelmemeleri durumunda tüm vekiller olarak, hiç birimiz meclise gelip yemin etmeyeceğiz” şeklindeki keskin tavırlarının ardından, iktidarın imzalı anlaşma kandırmacasına sazan gibi atlayıp (siyasal İslamcıların sözüne de, imzasına da inanılmayacağını bilmiyor muş gibi) tüm milletvekillerini meclise götürüp yemin etmelerini sağladı.
Enis Berberoğlu’nun tutuklanıp hapse atılmasından sonra mesela; “Adalet Yürüyüşü” adıyla muhteşem bir eyleme imza attı. Ama daha 2.günde Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının en başta gelen şakşakçılarından olmuş gazeteci(!) Hasan Cemal’i koluna takarak o muhteşem yürüyüşe kapkara bir gölge düşürdü.
2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, seçmeninin ve halkın önüne aday diye Ekmeleddin garabetini koyması ve akabinde sanki seçmene çok büyük bir lütufta bulunmuş gibi “tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz” ifadesini kullanmasının ise, bugün bile bir çoğumuzun asfalyalarının atmasına sebep olduğu da muhakkaktır.
Sanki çok gerekliymiş gibi durup dururken yumurtladığı “Dersimli Kemal” “baş örtüsü düzenlemesi” vs. gibi akıl ve mantıktan uzak çıkışlarını saymıyorum bile!
Zülfü Livaneli’nin uyarmak babında bir tek yalvarmadığı kalmış Baykal’ı ise hiç hatırlatmayım, zira bugün içinde bulunduğumuz şartların ilk müsebbiblerinden olması hasebiyle akıl sağlığınızın ciddi bir risk altına gireceğinden kaygı duyuyorum.
Ve 13 yılın ardından tabanın da ısrarıyla bir değişim olmuş ve bu değişimin yarattığı rüzgarın etkisiyle son yerel seçimler itibariyle Türkiye’nin 1. Partisi olmayı başaranları hep birlikte alkışladık.
23 yıldır ülkeyi yönetenlere karşı sergilediği dik duruşlarında, iktidarın afâki düzeyde yanlış eylemleri karşısında kullandığı sert söylemlerinde, olması gerektiği gibi Özel’inde yanında durduk. Ancak bu; pasif ve çapsızlık derecesindeki söylem ve eylemleriyle yaptıkları doğruları çöpe atmalarına tahammül göstermemizi gerektirmeyecek elbette.
Yani; en son marifetleri(!) itibariyle sadece kendi tabanının değil, apolitik kesimin de bu duruma tepki vermesinin şaşılacak bir tarafı olmasa gerek.
Genel Başkanlık makamında oturan birinin sanki daha önce hiç dillendirilmemiş, toplumda coşkulu bir rüzgar yaratacakmış beklentisi yaratarak, sansasyonel bir açıklama gelecekmiş havası estirdikten sonra çıkıp sadece “kırmızı kart” göndermesi yapması, içi boş ve altı doldurulamamış, hatta soğuk duş etkisi yaratmış bir eylem olmuştur. Bunu sokaktaki vatandaşla iki dakika sohbet eden herkes net olarak görür diye düşünüyorum.
Özetle; ülkenin hayati derecede ihtiyacı olan tek şey, en kısa zamanda seçmenin önüne seçim sandığının getirilmesini sağlamaya yönelik bir baskıyı iktidar üzerinde hissettirmektir.
Ana muhalefet liderinin bu noktada yapması gereken, “kırmızı kart” söyleminin ardından başka bir açıklamasında “CHP el sıkışınca ‘DEM’lenmek, el sıkan Devlet Bey olunca ‘Barış eli uzatıldı’, Tayyip Bey de ‘Barış elini taktir etti’ oluyor” ifadelerini kullanarak yaptığı gibi, iktidarın çifte standardını, iki yüzlüğünü sık sık ortaya koymasıdır. Yoksa ne kırmızı kartı?!
Ayrıca iktidar kanadında kırmızı karttan etkilenecek, mahcupluk duyacak bir tek siyasetçi olmadığına göre, kart muhabbeti abesle iştigalden başka bir şey olmadığı gibi, iktidara karşı verilen mücadelenin hafifleşerek zarar görmesine de sebep olur.
Dolayısıyla yurttaşlarımızın en çok umut beslediği ana muhalefet olarak sabrımıza imtihan değilseniz, yapmanız gereken şey ortadadır;
Her gün ve hatta her saat bıkmadan, 23 yıldır ülkenin başındaki BU ZALİM YÖNETİMi erken falan değil, hemen seçime zorlayacak yöntemleri bulmak!